Bir İğne, Bir İplik…
Parmakları nasır tutmuştu artık
Nurten’in. Dile kolay, elli yıldır dikiş dikiyordu. Kucağındaki kumaşı şöyle
bir kenara bırakıp ellerine baktı. Baktı ve gülümsedi, ne elbiseler çıkmıştı bu
ellerden. Yorgun gözlerini biraz dinlendirmek için kendisine bir kahve yaptı.
Dükkânın köşesinde
duran berjerine oturdu.
Çok seviyordu mesleğini
Nurten. Babası onu ilkokulu bitirir
bitirmez mahallenin terzisinin yanına vermişti: “Yayı atıcısına vermeli Ferda,
senin terziliğinin üstüne yok. Bu kızcağızıma da zanaatını öğret ki eli ekmek
tutsun ileride inşallah.”
Ferda abla pek konuşmazdı. “Olur, yarın gelsin.” dedi ve önündeki işine
devam etti. O gece Nurten uyuyamamıştı. Yataktan kalkıp kalkıp annesinin
ütülediği elbisesine baktı. Çok şükür ki yerinde duruyordu. Giyeceği
ayakkabıları da iyice temizleyip parlatmıştı. “Saçlarımı iki yanıma örsün
annem.” dedi kendi kendine. Ustası onu sevsin istiyordu.
Sabah olduğunda annesinin
hazırladığı sefer tasını bir hışımla kaptı ve ustasının yanına koştu.
Gittiğinde Ferda ablası dikiş makinasının başına oturmuştu
bile. Harıl harıl
dikiş dikiyordu. Onu öyle görünce yüreği hop etmişti, geç mi kalmıştı?
“Günaydın Nurtencim! Hadi hemen
süpürgeyi kap. Şu
yerdeki iplikleri bir süpür bakalım.”
Bir iç çekti Nurten, Ferda ablası
ona kızmamıştı. Sefer tasını fırlatırcasına koltuğa attı, süpürgeye sarıldı ve
ilk iş gününe büyük bir iştahla başladı. Tek bir iplik kalsın istemiyordu
yerde. Her yer pırıl pırıl olsun diye uğraşıyordu. Ama küçücük kolları çabuk
yorulmuştu. Ayrıca
evden kahvaltı yapmadan çıktığı için de midesi gurulduyordu. Gurultu o kadar
yükselmişti ki. Ustası duymasın diye süpürgeyi
bırakıp ellerini
midesinin üstüne kapatmıştı. Ferda onu öyle görünce gülümsedi. Ne kadar güzel
oluyordu ustası. “Güne nasıl başlarsan öyle devam edersin. O yüzden yiyerek
değil de çalışarak başlamamız çok önemli. Üreterek başlarsan tüm gün üretir,
tüketerek başlarsan tüm gün tüketirsin. O yüzden biraz daha çalış.
Sonra koş
mutfağa, ekmek, peynir, zeytin var orada, karnını doyur.” Çalışmaktan o kadar acıkmıştı ki
Nurten, zeytin, peynir olmasa da çaya ekmeğini bana bana zevkle yiyecekti.
İnsan yorulunca en sade yemek bile ne kadar tatlı oluyordu? O zaman lezzet ekmekte değil, insanda mıydı acaba?
Akşam eve giderken ustası
tembihledi, “Erken
kalkan yol alır Nurtencim. Yarın sabah geç kalma olur mu?” Nurten’in yüzü kızarmıştı. Oysa
o kadar geç kalkan bir çocuk değildi. Daha düne kadar okula gidiyordu zaten.
Geç kalkma gibi bir
şansı yoktu ama ustası işine çok erken başlıyordu. İşini ne kadar da çok
seviyordu.
Nurten o akşam yorgunluktan
sofrada uyuya kalmış ve
babası onu kucaklayıp yatağına yatırmıştı. Yorulmuştu ama çok mutluydu, ileride
o da çiçekli kumaşlarla elbiseler dikecekti. Her gün değişik değişik
giyinecekti. Hem
ustası oyuncak bebeğine elbise dikmesine izin verirdi bir gün?
Günler günleri kovaladı.
Sabahları dükkâna gider gitmez yerleri süpürüyor, çayı koyuyor ve hemen iğne
ipliği eline alıyor ama bir türlü olmuyordu. Ustası da hiç oralı olmuyor,
Nurten’e bir şey de söylemiyordu. Sabahları koşarak işe giden Nurten’in ayakları
geri geri gider olmuştu. Elbise dikmeyi hayal ederken daha ipliği iğneden
geçiremiyordu. Oysa bilmiyordu, yapıp yapıp olmaması çıraklığın
cilvesiydi.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der
ki: “Çıraklık
maksimum emeğin verilip minimum sonucun alındığı evredir.”
Ama vazgeçmemişti Nurten, hiç
ağlamamıştı da. Her sabah ütülü elbisesini giyer, saçlarını artık kendisi örer
ve elinde sefer tasıyla ustasına giderdi. Ve bir gün hiç beklemediği anda o
iplik o iğneden geçiverdi! Nurten elindeki iğneye bakarken kımıldarsa iplik
iğneden kaçıverecek diye ödü kopuyor, heyecanla sesleniyordu: “Ferda abla,
Ferda abla, ustam bak, ne olur bak! İplik geçti, iğne deliğinden
geçti!” Ferda
başını işinden kaldırıp gülümsedi: “Ne sandın sen kuzucuğum? Azmin elinden
ne kurtulmuş bugüne kadar.”
Nurten dayanamadı, elindeki iğne ile ipliği dikkatlice masaya bırakıp ustasının boynuna sarıldı. Mutluluktan zıplıyor, içi içine sığmıyordu. Minicik yüreği çatlayacak gibiydi.
Elinden iğneyi ipliği düşürmez
olmuştu Nurten. Dikip dikip söküyor, tekrar dikiyor, tekrar söküyordu. Evde
dahi yemekten sonra devam ediyordu. Yatağa gidene kadar kafasını
işinden kaldırmıyordu. Olmuyordu ama Nurten buna üzülmüyordu, hatta hiç
umursamıyordu bile. O küçücük delikten o incecik ipliği geçirebilmişti.
Bir gün mutlaka dikişi de düzgün yapacaktı.
Ve tam da öyle olmuştu. Yıllarca
Ferda ablasının yanından ayrılmamıştı. Ta ki ustası emekli olup artık
kenara çekilene kadar. Dükkânı da seve seve Nurten’e bırakmıştı. Nurten artık
bebeklerini değil, şehirdeki herkesi giydiriyordu. Terzi dükkanına giren insanları
iki dirhem bir çekirdek çıkarıyordu.
Tekrar ellerine baktı Nurten.
İnsanın yaşı ne olursa olsun. Yeni
bir işe başladığında çıraklığın acısına katlanmayı bilmeliydi.
Yoksa ustalığın
meyvesini kimse
yiyemezdi. Ustanın kalitesini de çıraklığı belli ederdi.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?