GURBET ELLER
“Ah şu eller…
Eller eller…
Gurbet eller olmasaydı.”
Aylin'in radyoda dinlediği türkü
diline dolanmıştı. Eskiden de duyardı ama şimdi her kelimesi daha anlamlıydı.
Bazı geceler uyuyamaz, ay ışığında etrafı izler, geçmiş günleri düşünürdü. Okuldan geldiğinde, annesinin lezzetli
yemekleri hazır olur, Aylin’e hazır sofraya oturmak kalırdı. “Aylin ders çalışıyor.” diye annesi çok
iş yaptırmazdı. “O günler ne rahatmış.”
diyerek içinden geçirdi. Şimdi büyük bir
koşturmacanın içindeydi. Bitmeyen ev işleri, bebeği, yemeği derken günler yoğun
geçiyordu. Gurbette sevdiklerinden uzak olmak, evliliğin ve anneliğin
sorumlulukları onu zorluyordu. En kötü hissettiren ise gurbetlikti elbet.
Eşi için doğduğu şehirde yaşıyor
olmak çok konforlu ve keyifliydi. Ailesi, akrabaları, arkadaşlarını istediği
zaman görebiliyordu. Hepsi gerçekten ilgili ve iyi insanlardı ama Aylin hala
alışamamıştı. Kendi ailesinin yanına gittiği sayılı günler hemen geçiveriyordu.
Bebekle yolculuk sıkıntılı olduğu için süreklilik olmuyordu. Büyüdüğü ve bütün
sevdiklerinin yaşadığı şehir artık epeyce uzaktaydı. Zaman zaman içini kocaman
bir hasret kaplardı. Özlemle ve yaşlı gözleri uzaklara dalardı.
O akşam kendi kendine, “Bu şehir, insanlar, yemekler, kültür ne
kadar farklı. Hele o buz gibi soğuk geçen kışlar... Alışacaktı ama nasıl
olacaktı?” diye düşündü. Karanlıkta içini bir karamsarlık kaplamıştı.
Uyuyakaldığı yerden bebeğinin ağlama sesiyle uyandı.
Sabah olmuş, güneş çoktan doğmuş
ve her yeri aydınlatmıştı. Eşi kahvaltısını kendi başına hazırlamaya
koyulmuştu.
“Ahmet…” dedi kaldı, onu da üzmek
istemiyordu.
Eşinin ona yönelen merhametli
bakışları ile karşılaşıp gülümsedi. Ahmet sabırlı ve anlayışlıydı. Eşinin
yüzündeki tanıdık hüznün nedenini elbette anlamıştı. Aylin'i kendine çekip
yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Bebeği kucağından alıp sağa sola salladı.
“Aylinim akşama güzel bir ekşili köfte yaparsan yeriz valla.”
Ahmet ekşili köfteyi çok severdi.
Ama Aylin hiç yapmamıştı. Evini toparlayıp ekşili köfte tarifine bakacaktı. Ama
işi ehlinden öğrenmek daha iyi olurdu. Karşı komşusuna bir sorsa mıydı? Ne de
olsa yöresel bir yemek ve burada herkes bilirdi. Komşusu Azize Hanım her
karşılaştıklarında selam veriyordu. Bazen bir ihtiyacı olup olmadığını da
sorardı. Aylin alışamadığı bu şehirde herkese mesafeliydi. Bu yüzden hep
teşekkür eder ve yardım istemezdi. Buna rağmen Azize Hanım çok samimi ve içten
davranırdı. Ahmet de başkalarıyla iletişim kurmasını tavsiye edip iyi
geleceğini söylerdi. Ama Aylin bu konuda çok çekimserdi.
Bebeğini alıp bir cesaretle Azize Hanım’ın ziline bastı. Biraz hoş beş ettikten sonra:
- Azize Hanım, ekşili köfteyi
nasıl yapıyorsunuz?
- Ekşili köfte bu yörenin güzel
ve sevilen lezzetli bir yemeğidir. Esma kızım, Aylin ablanın bebeğiyle ilgilen.
Aylin ablan biraz dinlensin.
Esma hemen bebeği kucağına aldı. Bir taraftan seviyor bir taraftan da bebekle konuşuyordu. Esma’nın çok kardeşi vardı. Esma Aylin’den üç dört yaş küçük olmalıydı. Ama çocuklara bakmaya alışık olduğu her halinden belliydi. Aylin bebeğin zamansız ağlamalarından kimseyi huzursuz etmek istemezdi. Bu yüzden başkalarını ziyarete gitmeye de çekinirdi. İkram edilen kahve ile enerjisi yerine gelmişti. Kahvenin çok lezzetli ve farklı bir tadı vardı.
- Menengiç kahvesi… Menengiç
bitkisinin kahvesidir. Bu da bu yöreye ait yazın dağlardan toplanır, şifalıdır.
Aylinciğim ekşili köfteyi beraber yapalım, ne dersin?
- Aaa, çok sevinirim.
Aylin akşam eşine yaptığı ekşili
köfteyi kendi de beğenmişti, çok lezzetliydi.
Yemekten sonra bulaşıkları
yıkarken o gün yaşadıklarını düşündü. Azize Hanım’la yaptıkları sohbette pek
çok şey öğrenmişti. Azize Hanım da
buraya evlenince gelmişti. İlk zamanlar yaşadığı zorlukları ve bunları nasıl
yendiğini anlatmıştı. Eşinin yakınları onunla aynı dili bile konuşmuyordu. Buna
rağmen Azize Hanım çok mutluydu. Yeni insanlarla birlikte olmanın ona kattığı
şeyler ne kadar çoktu. Hatta burayı artık kendi memleketinden bile çok
seviyordu. Yıllar içinde birçok arkadaşı ve dostu olmuştu Aylin’in. Komşusunun
söylediklerinden de çok etkilenmişti. Aslında yaşadığı zorluk farklı bir
şehirde olmaktan kaynaklanmıyordu. İnsanlarla hiç iletişim ve ilişki
kurmamasındandı. Her işi eşi aracılığıyla halletmeye çalışıyordu. Bu konuya bu
gözle daha önce bakmamıştı. Azize Hanım “Bu
bir fırsat, yeniden başka bir seni tanıyacaksın.” demişti.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der
ki: “Hayatta uyumlanmayan her şey yok
olur, uyumlanan ise güçlenir.”
Kutup ayıları kutuplara,
kurbağalar yaşadıkları göle uyumlanınca hayatta kalır. Bir bitki bile
uyumlandığı toprakta hayat bulur. Uyumlanmadığında ise sararıp solar.
Organlarımızın her birinin anatomimizdeki her sistemle büyük bir uyumu var. Bir kıymık batsa vücut uyumsuz olanı hemen
atmak istiyor. İşte insan da ancak ve ancak bulunduğu ortama uyumlandıkça
hayatta kalır ve sürecini daha iyi yönetir. Yeter ki farklılıkları kabul
etsin...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Nihayetinde öğrenmek, tanımak tanışmak insana fayda verir...
YanıtlaSilEvet hayatta uyumlanmayan her şey yok olur .kaleminize sağlık .
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌹
YanıtlaSilUyumlandığı yerde var olur insan…
Uyum olmasaydı hiçbir canlı varlığını sürdüremezdi🫒
YanıtlaSil